Her ne kadar son dönemlerde Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği konusu önem kazanmaya başlamış olsa dahi günümüzde hala iş kazaları ve meslek hastalıkları "yapılan işin gereği" ya da "kader" olarak nitelendirildiğinden malesef hafife alınmaya devam etmektedir.
Bunun doğal sonucu olarak, yılda ortalama 1000-1100 çalışanımızın hayatını kaybettiği ülkemiz malesef bu alanda dünya üçüncüsü konumundadır. İLO?ya üye 82 ülkenin 2000 yılından bu yana bildirdiği verilerin ortalaması alındığında, 100.000 sigortalı çalışan başına iş kazasında yaşamını yitirenlerin sayısı El Salvador?da 40.1, Cezayir?de 21,6, Türkiye?de 18, Arjantin?de 15,3 ve Tunus?ta 14,8'dir. AB ülkeleri ortalaması ise 2,6'dır.
Dünyada farklı ülkelerden elde edilen verilerle yapılan tahminlerle geliştirilen istatistikler, gelişen ülkelerdeki her 1 ölümlü kazaya karşı 700 ? 750 iş kazası rapor edilmesi gerektiğini göstermektedir. Ülkemizde ise 1000 ölümlü kazaya karşın sadece 80.000 iş kazasının rapor edildiğini görüyoruz. Oysa bu rakamın ortalama 700 bin ile 750 bin arasında olması beklenir.
Kaza bildirimi sayısının neden önemli olduğunu kabaca açıklayacak olursak, kaza piramitine göre (H.W. HEINRICH) ramak kala (ucuz atlatılmış) diye nitelendirilen ölüm ya da yaralanmanın meydana gelmediği her 300 iş kazasına karşı, 30 adet maddi hasarlı daha ciddi iş kazası ve buna mukabil 1 ölümlü ya da ağır yaralanmalı iş kazası meydana gelmektedir. Buradan yola çıkarak, maddi boyutlarına bakılmaksızın her iş kazasının kendisinden sonra gelecek madden ve manen ağır sonuçlar doğuracak daha büyük bir iş kazasının habercisi olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, büyük küçük diye ayırd etmeksizin tüm kazaların kayıt altın alınması sonradan daha üzücü sonuçlar doğuracak kazaların önlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Meslek hastalıkları açısından da eksik bildirim ve özellikle teşhis koyma yetersizliği yüzünden ülkemizdeki meslek hastalığı istatistikleri sonuçlarına göre dünyanın en sağlıklı çalışma şartlarına sahip olduğumuz yanılgısına düşülebilir ki, bu konuyu ayrı bir yazı da daha detaylı olarak ele alacağız. (Çalışma Bakanlığı verilerine göre 2006 yılında 7,8 milyon işçi arasında meslek hastalığına yakalan işçi sayısı sadece 564?dür!)
TÜİK ilk defa yaptığı, ?İş Kazaları ve İşe Bağlı Sağlık Problemleri? konulu bir araştırmayı 2008 yılında yayınlamıştır. Rapor 2007 yılı Nisan, Mayıs, Haziran aylarında yapılan Hanehalkı İşgücü Anketi ile birlikte gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonuçları uygulama dönemi itibariyle istihdamda olan veya son 12 ay içerisinde bir işte çalışmış olan fertlerin, son 12 ay içinde herhangi bir iş kazası geçirip geçirmedikleri veya bu süre zarfında işe dayalı bir sağlık probleminin etkilerine maruz kalıp kalmadıklarına ilişkin bilgiler vermektedir.
Buna göre her 100 çalışandan 2,9'u son 12 ay içerisinde iş kazası geçirmiştir. Bu oran erkeklerde % 3,6 iken, kadınlarda %1,3 olarak gerçekleşmiştir. Sektörel bazda iş kazalarında birinci sırayı %10,1 ile madencilik sektörü almaktadır. Her 100 çalışandan 3,7?si ise çalıştığı işle ilgili bağlantılı meslek hastalığına yakalanmış olup, yine iş kazaları istatistiklerinde olduğu gibi 10 kişiden az çalışanı olan işyerlerinde sağlık sorununa maruz kalan çalışan sayısı, toplamın % 61,8'i gibi yüksek bir orandır.
Tüik tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre referans haftası içinde, iş kazası geçirenlerin %56,6'sı 10 kişi ve altında işçi çalıştıran işyerlerinde meydana geldiği görülmüştür. (2000 yılındaki iş kazalarının ise yaklaşık %41'i 1 ile 3 arasında işçi çalıştırılan işyerlerinde meydana gelmiş olup, 50 ve altında işçi çalıştıran işyerleri toplu olarak ele alındığında bu oran %71'e çıkmaktadır.) Bu bağlamda mevzuatımızda iş güvenliği uzmanı çalıştırma zorunluluğunun sadece 50 ve üzerinde işçi çalıştıran işyerlerini kapsaması da tartışmaya açık bir konu olarak göze çarpmaktadır.
İş kazaları ve meslek hastalıklarının özellikle tarım, madencilik ve inşaat alanlarında yoğun olduğu görülmekle beraber, dünyadaki işçilerin %50'si bu alanlarda çalışmaktadır ve malesef en çok bildirimsiz ve kaçak işçinin çalıştırıldığı iş alanları da bunlardır.
SGK ve benzeri kurumların yaptığı araştırmalara konu olan işyeri ve çalışanların kayıt altındaki kesim olması itibari ile elde edilen sayısal değerlerin gerçek değerlerin ancak belli bir kısmını yansıttığı söylenebilir. Zira %34 oranındaki sigortalı çalışanların dışında kalan, büyük kısmı kayıt dışı istihdama sahip ülkemizde meydana gelen bir çok iş kazasının -ölüm ya da ciddi yaralanma olmadığı sürece- istatistiklere yansımadığı ortadadır.
Yapılan araştırmalar, bir ülkedeki iş kazalarının o ülkedeki gayrı safi milli hasılanın (GSMH) %2 ile 5'i arasında maliyete sebep olduğunu göstermiştir, ki dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı 2010 yılında yaptığı açıklamada, yıllık 2.000.000 iş günü kaybımız olduğunu ve bunun maliyetinin ortalama 4.000.000 TL olduğunu belirtmiştir. Bu da kabaca GSMH'nın %3'üne karşılık gelmektedir. İş günü kaybının yanısıra devletin sosyal görevi gereği SGK'ya ayırdığı kaynaklar da, önlenebilir durumlar için boş yere harcanmaktadır. Oysa yapılan çalışmalar, iş sağlığı ve güvenliği için GSMH'nın %1'i oranında harcamayla iş kazalarının büyük oranda engellenebileceğini göstermektedir.
Yakın zamana kadar işyerlerindeki uzman bakım birimleri ya da satış birimleri de gereksiz gibi görülürken günümüzde akılcı yönetimlere sahip olan işyerleri bu konuların önemini kavramış ve bu alanlarda gerekli birimleri oluşturup problemlerin çözümlerini profesyonellere teslim etmişlerdir. Benzer şekilde iş sağlığı ve güvenliği konusunun önemi de anlaşılmaya başladıkça, gerek çalışanlar gerekse işverenler tarafından önceden ek maliyet getirdiği sanılan, anlamsız ve işi zorlaştıran, yavaşlatan bir çalışma gözüyle bakılan iş sağlığı ve güvenliği çalışmaları da konunun uzmanlarına teslim edilecektir.
Eğer sizde iş sağlığı ve güvenliğini önemsiyorsanız tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder