İşverenin işçiyi gözetme borcunun en önemli uygulamalarından birisi iş sağlığı ve güvenliği önlemleri alma yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüğün kapsamı ve sınırlarının belirlenmesinde Yargıtay?ımız 21. Hukuk Dairesi, insan yaşamının kutsallığından hareket ederek kanımızca da en isabetli başlangıç noktasını tespit etmiştir. Nitekim göreve giderken ıslak ve kaygan yolda iniş sırasında frenlerinin tutmaması sonucu geçirilen kaza neticesinde işçinin hayatını kaybetmesi üzerine mirasçılarının açtığı maddi ve manevi tazminat davasına konu 7.2.2006 tarihli kararda (21 HD., E. 2005/13299, K. 2006/810, Legal-İSGHD, 2006, S. 11, s. 1059-1062; aynı yönde 7.7.2006 E. 2006/7203, K. 2006/7547, Çalışma ve Toplum, 2007/3, 14, s. 343-344) kusur bilirkişi işverenin teknik arızadan dolayı kusurunun bulunmadığı ancak 2198 sayılı yasanın 85. ve Borçlar Kanununun 55. maddeleri gereğince işverenin sorumlu olacağı sonucuna varmıştır. 21. Hukuk Dairesi haklı olarak anılan hükümler çerçevesinde işverenin sorumlu olduğunun doğru olduğunu, ancak davalı işverenin kusura dayanan sorumluluğunun bulunmadığının kabulünün doğru olmadığını belirtmiştir.
Özel Daire çok yerinde bir değerlendirme ile ?İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanununun 77. maddesinin açık buyruğudur.? diyerek, somut olaya karışan aracın 1982 model olup olay tarihinde 15 yaşında olduğu, periyodik bakım ve kontrollerinin yapıldığına ilişkin işverence herhangi bir bilgi ve belge sunulmadığı, işyerinde alınması gerekli önlemler alınsaydı ve aracın bakımları düzenli olarak yapılsaydı, ekonomik ömrü dolan araçlar yenilenseydi olayın meydana gelmeyeceğinden hareketle kusur raporunun hükme dayanak alınmasının yerinde olmadığı kanaatine varmıştır. Kanımızca da Daire kararı yerindedir.
2. Uygun illiyet bağı
21. Hukuk Dairesinin 11.7.2006 tarihli kararına (21. HD., 11.7.2006, E. 2006/8173, K. 2006/7907, Legal-İSGHD, 2007, S. 13, s. 384-385) kararına konu olayda gazete muhabiri işçi, gazetede basılan haber ve haber başlığı nedeniyle işyerinden ayrıldıktan sonra saat 22.00 sularında evinin önünde üçüncü kişiler tarafından silahla yaralanarak, iş kazası sonucu % 23,3 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiştir. Bilirkişi raporunda azmettirenler ve silahla yaralayan kişiler kusurlu bulunurken, davalı işverenin adı geçen olayda kusuru bulunmadığı belirtilmiş ve ilk derece mahkemesi de bu yönde karar vermiştir.
Özel Daire, ?Ancak bilirkişilerin maddi olaya ve işverenin kusursuzluğuna ilişkin değerlendirmelerinin dosya kapsamına uymadığı görülmektedir. Somut olayda davalı işverenin davacıdan mesai saatleriyle sınırlı olmaksızın görev beklediği, hatta fazla mesai talebinin işverence yazılı bildirilmesine yönelik davacı isteminin gazetecilik görevinin 24 saat olduğu H. mesai içinde ve dışında meydana gelebilecek her türlü olayda muhabirinin yanında olacağı belirtilerek işverence reddedildiği, davacının gazetede yayınlanan haber ve yorumlar nedeniyle tehdit edildiğine dair başvurularının ve gelen telefonların yönetimce ciddiye alınmadığı, davacıya yönelik saldırıya yazıların içeriğinden çok haberin veriliş biçiminin ve haber başlıklarındaki ifadelerin etkili olduğu ekli ceza davalarına ait dosyaların içeriğinden bilgi, belge ve delillerden açıkça anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca da işverenin önceden öngörebileceği bir olayın söz konusu olmadığına dair bilirkişi değerlendirmesinin hatalı olduğu ortadadır. "İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işverenin, işçilerinin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanununun 77. maddesinin açık buyruğudur.? biçiminde, bilirkişi raporunda işyerinde ve yapılan işin niteliğine göre gerek işyerinde gerekse gazete muhabirinin görev yaptığı alanlarda ve zararlandırıcı sigorta olayının meydana geliş biçimi gözetilerek davacının evinden işyerine işyerinden evine gidip gelirken uygulanması gereken iş sağlığı güvenliği önlemlerinin belirtilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Kanımızca bilirkişi raporunda belirtilmesi gerekli hususlar açısından Yüksek mahkemenin kararı yerinde olsa da Basın-İş Kanunu?na tabi bir iş ilişkisinde İş Kanunu madde 77?nin hangi esaslara dayanılarak uygulandığı açıklanmaya muhtaç görünmektedir.
Öte yandan, kanımızca kararda tartışılması gereken bir nokta işverenin işyerinde yürüttüğü iş ile kaza arasında uygun illiyet bağının kurulup kurulmadığıdır. İşverenin iş kazasından doğan sorumluluğunu ortadan kaldıran bir neden de üçüncü kişinin kusurlu davranışıdır. Üçüncü kişinin tamamen kusurlu davranışı sonucu zararlandırıcı olay gerçekleşmişse, işverenin hukuki sorumluluğuna gidilmeyeceği yönünde Yargıtay kararları da mevcuttur (21. HD., 25.12.2001, 8505/8816 (yayımlanmamış), Süzek, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2001, s. 31). Dava konusu olayda her ne kadar işverenin somut olayda kusurlu bulunduğu noktasında Yüksek Mahkeme kanımızca da haklı ise de, işçiyi evinin önünde yaralayan üçüncü kişilerin davranışlarının uygun illiyet bağını kesip kesmediğinin tartışılmaması kanımızca isabetli olmamıştır.
2. Maddi tazminatın belirlenmesinde göz önünde tutulacak esaslar
a) Kusur raporunun içermesi gereken hususlar
Yargıtay, her ne kadar iş kazalarından kaynaklanan işveren sorumluluğunu kusursuz sorumluluk esasları çerçevesinde değerlendirse de, somut olayların büyük bölümünde tazminat miktarının hesaplanmasında kusur miktarının hesaplanması gerekli görülmektedir. 21. Hukuk Dairesinin 7.7.2006 tarihli kararında (21. HD., E. 2006/7203, K. 2006/7547, Çalışma ve Toplum, 2007/3, 14, s. 343-344) iş kazalarında kusur bilirkişi raporlarının taşıması gereken hususlar haklı bir biçimde İşK. m. 77?e gönderme yapılarak belirlenmiştir: ?İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanununun 77. maddesinin açık buyruğudur.?.
Her iki bilirkişinin kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi gerektiği belirtildikten sonra, ?? hükme dayanak alınan bilirkişi raporunda; bilirkişi, İş Kanununun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptamadıkları anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, kusur raporunun İş Kanununun 77. maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olduğu söylenemez .? (aynı yönde 4.4.2006, . 2006/1882, K. 2006/3435, LegalİSGHD, 2006, S. 12, s. 1554-1555; 21. HD., 11.12.2006, E. 2006/10358, K. 2006/15074, Legal-İSGHD, 2007, S. 15, s. 1133-1134). Ayrıca bilirkişilerin iş sağlığı ve güvenliği alanında uzman kişiler olması gerekir (21. HD., 26.12.2006, E. 2006/10852, K. 2006/16802, Legal-İSGHD, 2007, S. 15, s. 1128-1129). Yüksek mahkemenin isabetli bu kararları önceki yıllardaki kararlarıyla da uyum içindedir (Süzek, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2001, s. 33-34)
b) İş sağlığı güvenliği uzmanı bilirkişilere başvurulması
21. Hukuk Dairesi 4.5.2006 tarihli kararında, bir maden işyerinde meydana gelen iş kazası üzerine işçinin açtığı maddi ve manevi tazminat davasına ilişkin kusur tespitinde ilk derece mahkemesince karara esas alınan rapor sahibi bilirkişilerin ikisinin inşaat mühendisi ve birisinin maden mühendisi olduğu, oysa kazanın maden ocağında trikanın hareketi ile meydana geldiği, bu olayda kazanın oluşum biçimi dikkate alınarak iki maden ve bir makine mühendisinden oluşan iş sağlığı ve güvenliği konularında uzman bir bilirkişi heyetinin konuyu incelemesi gerektiği, söz konusu bilirkişilerden İş Kanununun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre uygulanması gereken iş sağlığı ve güvenliği tüzüğünün ilgili maddeleri incelenerek işyerinde hangi önlemlerin alınması gerektiği, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlarda ayrıntılı rapor alınması gerektiği belirtilerek, ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Karar kanımızca da yerindedir (21. HD., 4.5.2006, E. 2006/1876, K. 2006/4682, Legal-İSGHD, 2007, S. 14, s. 788-789). Yine bir başka kararında Özel Daire ?? işverenin kusurlu olup olmadığı, varsa kusur oranı, uzman bilirkişiler tarafından düzenlenecek kusur raporu ile, tespit edileceği yönü tartışmasızdır.?
Oysa, ?mahkemece hakimlik mesleğinin gerektirdiği, genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olmayan, özel ve teknik bilgiyi gerektiren konuda bilirkişiye gitmeden bilirkişi yerine geçerek sorunu çözümlediği açık seçiktir.? (21. HD., 1.5.2006, E. 2006/3236, K. 2006/4481, Legal-İSGHD, 2007, S. 14, s. 788-789) yönündeki ifadeleriyle kazalarda kusur oranının tespitinin özel ve teknik bilgi gerektirip, hakimin bu konuda değerlendirme yapamayacağını belirtmiştir. Özel Dairenin kararı kusur miktarının tespiti konusunda uzman bilirkişilere başvurulması yönündeki kararları ile uyumludur (Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 109 vd.).
3. Zarar
a) Zarara esas alınacak ücretin belirlenmesi
Ücret miktarının belirlenmesindeki problemler yalnızca sözleşmenin sona ermesi halindeki işçilik alacakları bakımından değil, iş kazası halindeki tazminatların hesabında da güçlük yaratmaktadır. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 14.2.2006 tarihli kararında (E. 2006/190, K. 2006/1165, Legal-İSGHD, 2006, S. 11, s. 1056-1058), sigorta müfettişi tarafından hazırlanan tahkikat raporunda sigortalının kazı işçisi olduğu ve sigortalının yaşı ile tanık yaşları karşılaştırıldığında sigortalının da ücretinin 400 YTL olduğu sonucuna varıldığı, ?Mahkemece bu ücret esas alınarak hesap bilirkişisinden bu yönde rapor alınması gerekirken sigortalının çalıştığı iş konusunda uzman olmayan ve genel oda niteliğinde olan Sanayi ve Ticaret Odası tarafından bildirilen emsal işçi ücreti esas alınmak suretiyle hesaplama yapan bilirkişi raporu hükme dayanak tutulmak suretiyle sonuca gidilmesi isabetsiz ?.? olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur.
Yukarıda ücret miktarının belirlenmesi konusunda da belirttiğimiz üzere, Sanayi ve Ticaret Odası her işçinin çalıştığı iş kolunda uzman olmayıp, bildirdiği emsal işçi ücretleri her zaman tatmin edici esaslara dayanmamaktadır. Bu nedenle sigorta müfettişi tarafından işyerinde çalışan diğer işçilerin ücretlerinden hareketle işçinin ücretinin belirlenmesi Yargıtay?ın önceki dönem kararlarıyla uyumlu (Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 105-106) ve kanımızca da isabetlidir.
b) Pasif dönem zararı
İş kazası nedeniyle davacı işçinin uğramış olduğu maluliyet nedeniyle davacı işçinin maruz kaldığı zararın giderilmesi taleplerinde yalnızca işçinin aktif çalışma dönemi değil, pasif dönem zararları da hesaba katılır. Bu tip bir davada 21. Hukuk Dairesi haklı olarak tazminat miktarının hesabına ilişkin esasları yinelemiştir : ?Tazminat miktarı, işçinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluştuğu açıktır.?
Başka bir anlatımla, işçinin günlük net geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontalama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancın ise, yıllık olarak % 10 artırılıp % 10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşına kadar (aktif) dönemde 60 yaşından sonra da bakiye ömrüne kadar (pasif) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yöntemine başvurulmadan her yıl için ayrı ayrı hesaplanacağı Yargıtay?ın oturmuş ve yerleşmiş görüşleridir. ?Gerçekten, davacı beden gücü kaybı nedeniyle pasif dönemde de daha fazla efor sarfederek yaşamını devam ettirecektir. Bu nedenle pasif dönemin hesaplamada gözetilmesi gerekir.? (21. HD., 9.2.2006, E. 2005/11283, K. 2006/969, Legal-İSGHD, 2006, S. 11, s. 1058-1059, aynı yönde 29.5.2006, E. 2006/2011, K. 2006/5370, Legal-İSGHD, 2007, S. 13, s. 392-394)).
Kararlarda belirtilen ilke kanımızca da haklıdır. Ancak pasif döneme ilişkin yapılan nitelendirmenin yerinde olmadığı kanısındayız. Pasif dönem, beden gücü kaybı nedeniyle kaza geçiren işçinin daha fazla efor sarfederek yaşamını devam ettireceği dönem değil, çalışmaksızın sosyal sigortalar kurumundan yaşlılık aylığı alacağı dönemdir. İşçinin 60 yaşına geleceği tarihte alması gereken yaşlılık aylığı Sosyal Sigortalar Kanunu çerçevesinde yapılan hesaplamalar sonucunda yıllığa çevrilerek ve buna yıllık sosyal yardım zammı eklenerek ulaşılan pasif dönem başlangıç rakamı PMF tablosuna dayanılarak hesaplanan işçinin muhtemel ölüm tarihine kadar artırım ve iskontolama yöntemi ile hesaplanır (Süzek, İş Hukuku, s. 374). Kaza geçiren işçinin daha fazla efor sarfederek yaşamını sürdürmesi, aktif dönem için de geçerlidir.
c) Zararın hesaplanmasında usuli kazanılmış hak sorunu
Zararın hesaplanmasında hükme esas alınan rapordaki bazı unsurların hesap raporu verildikten sonra değişmesi tazminata karar verilmesi sırasında usulü kazanılmış hak sorunu yaratmaktadır. Özellikle ücret ve maluliyet oranlarının değiştiği bu olaylarda Yüksek mahkeme haklı olarak son durumun dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir (Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 112-113). 21. Hukuk Dairesinin 7.2.2006 tarihli kararına (21 HD., 7.2.2006, E. 2005/13299, K. 2006/810, Legal-İSGHD, 2006, S. 11, s. 1059-1062) konu olayda da ilk derece mahkemesi 31.12.2004 tarihinde yürürlükte bulunan TİS hükümlerini esas almış, talep olmadığından 2005 verilerine göre tazminatın yeniden hesaplatılmadığını açıklamıştır. 21. Hukuk Dairesi ?? Öte yandan asgari ücretin ve toplu iş sözleşmelerinin uygulanması kamu düzeniyle ilgili olduğundan bir talep olmasa dahi resen göz önünde tutulması zorunludur. Kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez. ?. Oysa 1.1.2005 tarihinden itibaren yeni TİSnin yürürlüğe gireceği ortadadır. Hal böyle olunca da hüküm tarihinden itibaren yürürlüğe giren yeni dönem toplu iş sözleşmesinin getirtilerek davacıların tazminatlarının hesaplatılması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olmuştur. ? Kanımızca da karar isabetlidir.
d) Zarar miktarından en son peşin sermaye değerinin düşülmesi
Maddi tazminat davasında işçi, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu uğradığı maddi zararların tazminini talep etmekte olup, sigortalı işçiye Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından yapılan ve yapılacak ödemelerin maddi zarardan düşülmesi gerekir. Aksi takdirde işçiye mükerrer ödeme yapılmış olacaktır. Bu duruma engel olmak için Yüksek Mahkeme artık istikrar kazanmış içtihadıyla Sosyal Güvenlik Kurumu?na (SSK?ya) başvurmadan açılan davalarda davacının önce SSK?ya başvurmasını istemektedir (Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 117-118). 21. Hukuk Dairesinin 6.3.2006 tarihli kararında (E. 2005/12779, K. 2006/1971, LegalİSGHD, 2006, S. 11, s. 1065-1066) da?? mükerer ödemeyi ve haksız zenginleşmeyi önlemek için Kurum tarafından sigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan peşin sermaye değerinin Kurumdan sorularak, bildirilen miktarın en son zarardan indirilmesi suretiyle tazminatın saptanması gerektiği Yargıtay?ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir. ?? Yapılacak iş; davanın niteliği göz önünde tutularak, ölen sigortalının mirasçıları olan davacılara gelir bağlanması için Kuruma başvurmaları, Kurumun gelir bağlamaması halinde dava açmaları yönünde önel verilmek; ayrıca davacılar D. ve A.T için eksik olunan vekaletnameler ikmal olunarak ve sonuca göre karar vermekten ibarettir.? Biçiminde Kurum tarafından yapılan ödemelerin peşin sermaye değerinin zararın hesabında düşülmesi gerektiği belirtilmiştir.
e) Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından yapılan geçici iş göremezlik ödeneğinin zararın hesabında mahsubu
Sosyal Güvenlik Kurumu?nun iş kazası meslek hastalığı sigorta dalından yaptığı sigorta yardımlarının zararın hesabında mahsubu 21. Hukuk Dairesini önemli ölçüde meşgul eden başlıklardan birini oluşturmaktadır. İş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesinin talep edildiği bir davada sigortaca karşılanmayan zararın tazminine ilişkin Özel Daire, ? 506 sayılı yasanın 12. ve 16. maddesinde iş kazası halinde iş kazası sigorta kolundan sigortalıya her gün için geçici iş göremezlik ödeneği verileceği, 89. maddesinde geçici iş göremezlik ödeneği olarak sigortalının sağlık tesislerinde yatırılmak suretiyle tedavi ettirilmesi halinde günlük kazancın yarısının, ayakta tedavi ettirilmesi halinde günlük kazancın üçte ikisinin ödeneceği, 110. maddesinde suç sayılır bir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan sigortalıya verilecek geçici iş göremezlik ödeneğinin Kurumca yarısına kadar eksiltilebileceği, 4857 sayılı İş Yasasının 48. maddesinde ise hastalık nedeniyle çalışılmayan günlerde Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından ödenen geçici iş göremezlik ödeneğinin aylık ücretli işçilerin ücretlerinden mahsup edileceği bildirilmekle sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zarardan sigortaca ödenen geçici iş göremezlik ödeneğinin mahsup edilmesi isabetsiz olup bozma nedenidir.? biçiminde mahsubun esaslarını belirlemiştir.
İş kazası sonucu işçinin işverenden talep ettiği maddi tazminat üç dönemi kapsar: İşlemiş zarar dönemi, işleyecek aktif dönem ve pasif dönem zararları. İşçinin çalışma gücünün kaybından doğan hastanede yattığı veya çalışamadığı dönem uğradığı gelir kayıpları da maddi zarar kapsamındadır. Çalışılmayan bu dönemler işverenin işçiye kanundan doğan bir ücret ödeme yükümlülüğü bulunmayıp işçiye iş kazası ve meslek hastalığı sigorta dalından geçici iş göremezlik ödeneği bağlanacaktır. İşçinin söz konusu döneme ilişkin ücret kayıplarının tamamını dava konusu etmesi halinde zararın hesaplanmasında Sosyal Sigortalar Kurumunca yapılan geçici iş göremezlik ödeneklerinin de zarardan düşülmesi gereklidir. Özel dairenin neden böyle bir mahsup yapmaktan imtina ettiği açıkça anlaşılamasa da kanımızca bu haliyle karar isabetli değildir.
4. Tazminatın hesaplanmasında indirimler
Borçlar Kanunu?nun 43. maddesi uyarınca hakim, hal ve mevkiin icabına ve kusurun ağırlığına göre hesaplamış tazminat miktarına müdahale ederek, indirime gidebilecektir. Hak sahiplerinin tazminatından Borçlar Kanununun 43. maddesi gereğince % 50 oranında yapılan indirimin de fazla olduğu belirtilerek, tazminat miktarının hesaplanmasında izlenecek süreçler özetlenmiştir: ? Yapılacak iş, hüküm tarihine en yakın tarihte belli olan veriler (asgari ücretteki artışlar veya toplu iş sözleşmesinin getirdiği olanaklar) göz önünde tutularak yeniden hak sahiplerinin tazminatını belirlemek, tarafların hal ve mevkiine, kusur oranlarına, olayın oluşuna ve olay tarihinden itibaren yürütülecek yasal faiz ile birlikte hükmedilen tazminat miktarına göre; olayda Borçlar Kanununun 43. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağını karar yerinde tartışılmak, en son 4447 sayılı yasanın ek 38. maddesi gereğince hüküm tarihine en yakın tarihte belli olan verilere göre hesaplanacak kurumca bildirilen peşin sermaye değeri indirilmek ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.? (21 HD., 7.2.2006, E. 2005/13299, K. 2006/810, LegalİSGHD, 2006, S. 11, s. 1059-1062). Yargıtay?ın istikrar kazanmış bu içtihadı bazı yazarlarca eleştirilmektedir (Bkz. Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 121-124).
5. Destekten yoksun kalma tazminatı
a) Destekten yoksun kalma tazminatı-Destek süresinin hesabı
21. Hukuk Dairesi?nin 8.5.2006 tarihli kararına (21. HD., 8.5.2006, E. 2006/2450, K. 2006/4755, Legal-İSGHD, 2006, S.12, s. 1549-1552) konu olayda iş kazası sonucu ölüm nedeniyle hak sahiplerinin uğradığı zararın giderilmesi istemiyle açılan davada ?Tazminatın saptanmasında ise, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, karşılıklı kusur oranları, destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır.
Öte yandan zarar ve tazminatın hesaplanması yönteminde, işçinin yaşlılık aylığı veya hak sahiplerinin ölüm aylığı alması durumunda da pasif dönemin zarar hesabına dahil edilmesi gerekir. Sigortalıya ve hak sahiplerine bağlanan bu tür aylıklarda meslek hastalığı ve iş kazası kolundan alınan primlerin hiçbir etkisi bulunmamakta, tamamen uzun vadeli sigorta kollarından ödenen primler sonucu aylık bağlanmaktadır. Bu nedenlerle pasif dönemin de zarar hesabına dahil edilmesi gerekir. Kuşkusuz, açıklanan zarar ve tazminatın hesaplanması yönteminde hak sahibi eşin ve çocuklarının destek süresinin işçinin bakiye ömrü ile sınırlı olacağı hukuksal gerçeği ortadadır.? biçiminde tazminatın hesaplanma esasları belirtmiştir.
Ancak destekten yoksun kalma tazminatının talep edilip edilemeyeceğinin belirlenmesinde destek ilişkisi, bakım gücü ve bakım ihtiyacı hususlarının araştırılması gerekir. Desteğini kaybeden hangi nedenle olursa olsun, miras, ölüm sigortası vs. ölümden önceki yaşan düzeyini sürdürebilme olanağına sahipse destekten yoksun kalma tazminatından söz edilemez (Süzek, İş Hukuku, s. 379). İşçinin yaşlılık aylığı almaya devam ettiği pasif dönemde de bu ilişki devam edebilir. Ancak destekten yoksun kalanlara bu olay nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumunca gelir bağlanmışsa bu gelirlerin peşin sermaye değerleri zarar miktarından düşülür. Geride kalanlara bağlanan gelirlerin yalnızca iş kazası meslek hastalığı sigorta dalından bağlanmasına gerek olmadığı ortadadır.
Esas itibariyle karara katılsak da sigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan bu tür aylıklarda meslek hastalığı ve iş kazası kolundan alınan primlerin hiçbir etkisi bulunmadığı tamamen uzun vadeli sigorta kollarından ödenen primler sonucu aylık bağlandığı görüşüne katılmak güçtür. Karşı oy yazısında haklı olarak belirtildiği gibi, 506 sayılı Kanunun 92. maddesi uyarınca uzun vadeli sigorta kolundan bağlanan aylığın kısa vadeli sigorta kolundan bağlanan gelirle birleşmesi halinde gelirin sadece birinin ödeneceği hükmüne yer verilmemiştir. İş kazası sigorta kolundan gelir bağlamanın koşulları ile uzun vadeli sigorta kollarından olan ölüm sigortasından aylık bağlamanın koşullarının farklı olduğu, her iki sigorta kapsamında olan riskin gerçekleşmesi durumunda zararın her iki sigorta kolundan giderilmesi esastır. Bu halde fazla olan sigorta gelirinin tamamı, diğerinin yarısı bağlanır.
Kararın ikinci kısmı çocuklara verilecek tazminatın hesabındaki destek süresine ilişkindir. Özel Daire, dava konusu olaydaki 16 ve 14 yaşındaki çocukların ??rapor tarihindeki öğrenim durumlarını tesbit etmek, halen ortaöğrenime devam ettiklerinin anlaşılması halinde bütün il ve ilçelerde yüksek öğrenim kurumları yaygın bir şekilde bulunduğundan ve yüksek öğrenim yapmaları asıl olduğundan ilerde yüksek öğrenim yapacaklarını varsayarak? çocukların 25 yaşını dolduracakları tarihe kadar destek olabileceklerinin kabulü ile yüksek öğrenime devam etmediklerinin tesbiti halinde 5 yaşındaki T?nin 25 yaşını dolduracağı, Gamze?nin evlenebileceği varsayılan 22 yaşına, H?nin de 18 yaşını ikmal ettiği tarihe kadar destek alabileceğinin kabulü gerekli görülmüştür. Karşı oy yazısında somut olayda çocukların yüksek tahsil yapacaklarının varsayılmasını ve destek sürelerinin 25 yaşını dolduracakları tarihe kadar sürdürülmesini gerekli kılan delil bulunmadığını, çocukların yaşları ve bulundukları durumun böyle bir kabule elverişli olmadığını, ?Diğer yandan uygulamada, çocukların destek sürelerine ilişkin kural mutlak şekilde uygulanmayıp somut olayın özellikleri göz önünde bulundurulduğu halde sayın çoğunluk tarafından çocukların mutlaka yüksek tahsil yapacağı varsayılarak destek sürelerini 25 yaşını ikmal ettikleri tarihe kadar uzatılmasını ve giderek her davada çocuklar yönünden zararın 25 yaşın dolduğu tarihe kadar hesaplanmasını öngören bozma gerekçesi tazminat hukukunun genel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.? Destek süresinin giderek uzadığı günümüzde karşı oy yazısından ziyade yüksek mahkemenin tutumunu isabetli bulduğumuzu belirtmeliyiz.
b) Emekli aylığı alan anne veya babaya destekten yoksun kalma tazminatı ödenmemesi
Destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin 23.3.2006 tarihli kararında (e. 2006/105, K. 2006/2694, Legal-İSGHD, 2006, S. 11, s. 1066-1067) haklı olarak davacı babanın emekli aylığı alması nedeniyle destekten yoksun kalmasına ilişkin talebi reddedilirken, ? davacı annenin 506 sayılı Yasa?nın 24. maddesi anlamında gelir ve kazancının bulunmadığı ancak davacı anneye Kurumca gelir bağlanmadığı anlaşılmaktadır. Davacı anneye gelir bağlanması için Sosyal Sigortalar Kurumu aleyhine dava açmak üzere önel verilmek ve verilen önelin sonucuna göre karar verilmesi gerekirken destekten yoksun kalma tazminatı isteminin reddine karar verilmesi? hatalı görülerek karar bozulmuştur. Açılacak destekten yoksun kalma davasında annenin alacağı tazminat miktarının belirlenmesinde Sosyal Sigortalar Kurumunun sağladığı yardımların peşin sermaye değerinin düşülmesi Yargıtay?ın yerleşik içtihadının devamıdır (Süzek, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2001, s. 41; Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 126-17 ). Kanımızca da karar yerindedir.
6. Manevi tazminat
a) İş kazası sonucu işçinin yakınlarının manevi tazminat talebi - İşverence yapılan ödemelerin indirimi
İş kazası işçinin ölümü ile sonuçlanmışsa işçinin yakınlarının uğradıkları manevi zararı hukuka aykırılık bağı veya normun koruma amacı teorisi çerçevesinde işverenden talep edebilecekleri kabul edilmiştir (Süzek, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2001, s. 42-44; Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 129-131). Manevi tazminatın takdirinde maddi tazminat hesaplarında olduğu gibi açık hesap kalemlerinin bulunmaması nedeniyle, manevi tazminat miktarı BK. m. 47 uyarınca özel hallerin varlığı çerçevesinde hakim tarafından belirlenir. Bu çerçevede ölen kişi ile tazminat talep eden arasındaki yakınlığın derecesi, olayın oluş şekli, ilgililerin sosyal ve ekonomik durumları bu nedenler arasında sayılmıştır (Ayrıntılı bilgi için bkz. Süzek, İş Hukuku, s. 392 vd.).
Nitekim Özel Daire, ?Olayın oluş şekline, müterafık kusur oranlarına, husule gelen elem ve ızdırabın derecesine, tarafların sosyal ve ekonomik durumuna, paranın alım gücüne, 26.6.1966 gün ve 1966/7-7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının içeriğine ve öngördüğü koşulların somut olayda gerçekleşme biçimine, oranına, niteliğine, hak ve nesafet kurallarına ve özellikle davacı eş ve çocuklarının manevi tazminat taleplerinin ılımlı olmasına göre, anılan davada davacılara talepleri gibi manevi tazminat verilmek gerekirken,...? biçiminde manevi tazminatın hesaplanmasında dikkate alınacak esasları belirlemiştir ( 21. HD., 8.5.2006, E. 2006/2450, K. 2006/4755, Legal-İSGHD, 2006, S.12, s. 1549-1552).
Özel Dairenin 30.5.2006 tarihli kararında ise iş kazası sonucu işverence hak sahiplerine yapılan ödemelerin hukuki niteliğine ilişkin uyuşmazlıkta işverenliğin ileride açılacak maddi ve manevi tazminat davalarında hüküm altına alınacak meblağa mahsuben ölenin anne ve kardeşlerine yapılan ödemeler, sigortalının hak sahiplerinin yargılama sonunda belirlenecek tazminatlarının bir bölümünü karşılamayı amaçladığı avans mahiyetinde olduğu nitelendirmesi yapılmıştır. Somut olayda maddi tazminat davası açılmadığı için işverenlikçe yapılan ödemenin manevi tazminattan düşülmesine karar verilmiştir (21. HD., 30.5.2006, E. 2006/3680, K. 2006/5562, Legal-İSGHD, 2007, S. 13, s. 390-31)
Bu miktarın ödenecek tazminattan hangi kriterlere göre indirileceği noktasındaki bir uyuşmazlıkta 21. Hukuk Dairesi, ?Kural olarak hak sahiplerine yapılmış ödemenin bu miktar ile sınırlı olmak üzere bağlayıcılığı asıldır. Gerçek anlamda ödemeden söz edebilmek için tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık oransızlığın bulunmaması koşuldur. Başka bir anlatımla, ödemenin yapıldığı tarihteki verilerle hesaplanan tazminat ile ödenen miktar arasında açık oransızlığın bulunduğu durumlarda, yapılan ödeme makbuz niteliğinde kabul edilebilir. ??Yapılacak iş; ödemenin yapıldığı tarihteki veriler esas alınarak hak sahiplerinin gerçek zararı saptamak, böylece tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık oransızlığın bulunup bulunmadığını denetlemek, açık oransızlığın bulunması durumunda ödemeleri ?kısmi ifayı içeren makbuz niteliğinde kabul etmek ve önceki hesaba göre belirlenen ödeme oranında tespit edilecek miktarı son verilere göre belirlenen tazminattan indirmek, makul miktarda manevi tazminat takdir etmek ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.? (21. HD., 26.6.2006, E. 2006/6336, K. 2006/6989, Legal-İSGHD, 2007, S. 13, s. 387-388)
Yüksek mahkemenin geçmiş içtihadı da dikkate alındığında işverence yapılan ödeme karşılığında yakınların ibraname verdiği anlaşılmaktadır. Özel Daire yerleşik içtihadı doğrultusunda zarar ile ibranamede yer alan miktar arasında açık oransızlık varsa ibraname kısmi ifayı içeren makbuz olarak değerlendirilecekken, büyük oransızlık yoksa ibraname geçerli kabul edilecektir. Kanımızca da büyük oransızlık kriteri sübjektif olup, her durumda ibranamelerin makbuz niteliğinde görülmesi ve karşılanmayan tutarın işverenden talep edilebilmesi yerinde olacaktır (N. Çelik, İHU İşK. 26 (No. 8); Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 136).
b) İş kazası nedeniyle açılan manevi tazminat davası ile hizmet tespiti davasının ayrılması
21. Hukuk Dairesinin 4.7.2006 tarihli kararına (E. 2006/3234, K. 2006/7480, Çalışma ve Toplum, 2007/3, 14, s. 345-347) konu olayda, zararlandırıcı sigorta olayı sonucunda ölen murislerinden dolayı hak sahiplerinin açtığı manevi tazminat ve işçilik alacaklarına ilişkin davalarda, iş kazası olduğunun tespiti davası ve işçilik alacaklarının ilişkin olduğu dönemdeki hizmet tespiti davası ilk derece mahkemesi tarafından tek dosyada çözümlenmiştir. HUMK m. 46 uyarınca yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için aralarında bir bağlantı bulunsa bile yargılamanın ayrılmasına davanın her safhasında karar verilebileceği, yine aynı yasanın 77. maddesi uyarınca mahkemenin yargılamayı mümkün olduğunca hızlı bir düzen içerisinde seyrini sağlamakla yükümlü olduğu belirtildikten sonra ?İş kazası olduğunun tespiti davasının sonucunu bekleyecek olan manevi tazminat davasında, olayın oluş şekli, müterafık kusur oranları, husule gelen elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu, paranın satın alma gücü, özellikle 26.6.1966 gün ve 1966/7-7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının içerdiği ve öngördüğü koşulların somut olaylarda gerçekleşme biçimi, hak ve nesafet kuralları esas alınır.
Sigortalılığa ilişkin ?hizmet tespiti? davasının sonucunu bekleyecek olan işçilik alacağı davasına gelince; bu tür davalar 4857 sayılı Yasadan kaynaklanmaktadır. İşçilik alacağına esas hizmet saptandıktan sonra talep edilen işçilik alacağının türüne göre manevi tazminat davasındaki kıstaslardan farklı kıstaslara dayanan ayrı bir hesap yapılması gerekir. Bu durumda her iki dava için izlenecek yöntem ve esas alınacak kıstaslar birbirinden tamamen farklıdır. Her iki davanın tefrik edilmesi yargılamanın sağlıklı yürütülmesi için gereklidir.? Kanımızca da Yüksek Mahkemenin kararı yerindedir.
7. Zamanaşımı
Yukarıda incelenen 21. Hukuk Dairesinin 7.2.2006 tarihli kararında (21 HD., E. 2005/13299, K. 2006/810, Legal-İSGHD, 2006, S. 11, s. 1059-1062), ?? İş kazası sonucu ölüm nedeniyle hak sahiplerinin açtığı maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı süresinin Borçlar Kanununun 125. maddesi gereğince haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır?.? yönünde karar verilmiştir. Burada bir yandan 10 yıllık akdi zamanaşımının uygulanacağı belirtilmişken, öte yandan zaman aşımının haksız fiilin meydana geldiği tarihten başlayacağının belirtilmesi yerinde değildir. İş kazalarından gerek BK. m. 332 çerçevesinde işverenin işçiye karşı sorumluluğu, gerek BK. m. 332/2 çerçevesinde işçinin yakınlarının işverene karşı açacakları davalardan doğan sorumluluk akdi sorumluluk esasları çerçevesinde çözülecektir.
İş kazalarından doğan tazminat davalarında zamanaşımının ne zaman başlayacağı noktasında Yargıtay uzun süre olayın meydana geldiği tarihi esas almıştır (Bu konudaki eleştiriler için bkz. L. Akın, Maddi Tazminat Davaları, Ankara 2001, s. 283-285). Oysa zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren başlar (BK. m. 128) . Zamanaşımının fiilin ve failin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı yönünde 2002 yılında Yargıtay kararları bulunmasına rağmen (Akın, Yargıtay Kararlarının Değerlendirilmesi, 2002, s. 137-138), 2006 yılında eski isabetsiz içtihadına dönmesi kanımızca yerinde olmamıştır.
Eğer sizde meslek hastalığına ödün vermemek istiyorsanız
tıklayınız.